Bugün en çok “paskalya” adıyla karşılaştığımız bahar bayramlarından biri… İnsanlık tarihinde en ortak şeylerimizden biri, kış yaşanan coğrafyalarda baharın gelişini kutlamak. E bu da çok doğal değil mi? Kışı atlatmanın hakikaten her yıl kutlanmayı hak edecek bir başarı olduğu o zorlu zamanlarda, ısınan hava, bollaşan gıda, canlanan çevreye karşı nasıl kayıtsız kalabilirdi ki insanlar?
Nasıl pagan dönemlerden beri illa bolluk, bereket tanrıları (genelde “doğurganlık” benzeşmesi yüzünden kadın olarak hayal edilen) varsa, onların şerefine kutlanan bahar bayramları da hep olmuş. Tabii bunların kendi içinde adları, sembolik görüntüleri değişebiliyor; örneğin geçtiğimiz günlerde Nevruz kutlandı. Başta Kürtler, İranlılar, Azeriler olmak üzere bilhassa Asya’da birçok halk için oldukça sembolik ve önemli bir bayram o da. Bugün Hızır üstünden İslâm konseptiyle birleştirilen Hıdrellez de keza özünde pagan bir bahar bayramıydı. Benzer şekilde, bir Hristiyan bayramına dönüşen ve İsa’nın dirilişini sembolize eden paskalya da dinî bir referans kazanmış bir başka bahar bayramı…

Günümüzdeki aslında tüm semavi dinlerin önemli kutlamalarının hemen tamamının kökenlerini pagan zamanlardan aldığını biliyoruz. Bu da çok doğal, çünkü insanlığın yarattığı ilk dinî anlatılar elbette sonraki zamanlardaki din konseptlerini de etkiledi. Hristiyanlık özelinde ise paganlıktan Hristiyanlığa geçiş sürecinde kimi zaman Cermen, Got, Vizigot kabilelerininkiler, kimi zamansa Antik Yunan ve Antik Roma gelenekleri dönüştürülerek Hristiyanlığa dahil edilmiş. (Bundan daha önce de bahsettiğim için çok uzun anlatmayayım, meraklısı için daha önce Epifani bayramı münasebetiyle bu konudan bahsettiğim yazıyı şuraya iliştireyim.) Bunlardan biri de paskalya… Hani tüm pagan inanışlarda bir “bolluk bereket” tanrısı/tanrıçası oluyor demiştim ya, bunun Mezopotamya’daki ilk örneklerinden biri İştar (bir diğer adıyla İnanna). İştar, doğurganlığı, cinselliği, bereketi sembolize ediyor; tıpkı koyunların keçilerin yavruladığı, sütün yumurtanın bollaştığı bahar ayları gibi… Zaten “doğa ana” adlandırmasından da bildiğimiz gibi, doğa çoğu zaman dişil özelliklerle anılıyor. Doğanın yeşerip ürün verdiği ayların, kadın tanrıçalarla eşleştirilmesi o yüzden hiç şaşırtıcı değil.

İştar’ın Antik Yunan zamanında Afrodit’e, Afrodit’in de Antik Roma’da Venüs’e dönüştüğünü biliyoruz. İsimler ve detaylar değişse de konsept aynı gördüğünüz gibi. Doğurmayı, üretkenliği, bolluğu sembolize eden bir kadın tanrıça figürü ve onun onuruna şölen vermek, ona şükretmek v onun adıyla ekinlerde bereket, ailede çoğalmayı dilemek çok yaygın. (Artık epeyce yayıldığını gördüğüm marteniçka bilekliklerinin ardında da bu pagan inanışın izleri var, merak eden varsa onun yazısını da şöyle bırakayım.) Paganlığın yanında semavi dinlerin de gelişmeye başladığı çağlarda bu konseptler biraz değişse de, yine çoğu zaman “zalim kıştan çıkış-bahara kavuşma” mantığına benzer biçimde bir çıkış, kurtuluş motifiyle birleşiyor. Örneğin Yahudiliğin önemli bayramlarından Pesah (pasach), yani Hamursuz bayramı, Antik Mısır’da geçen bir “kurtuluş”, bir “çıkış” efsanesine dayanır ve Yahudi takvimiyle nisanın 15. gününde, yani kuzey yarımkürede -tam tarihi değişse de- her zaman bahara denk gelen günlerde kutlanır. Ve bu adetin hatırası da bahar bayramı konseptine dahil olacak, sonradan İsa’yla ilişkilendirilerek Hristiyanlığa katılacaktır.

Bu etkiyi kelimenin etimolojisinde görürüz. Aynı pesah kelimesinden, Aramice “psh” kökünden türeyen “Pascha” gibi. “Paskalya” da Aramice kökenden gelir, ama artık İsa’nın dirilişi bayramıdır, tıpkı doğanın yeniden canlanması gibi… (Fransızca pâque, İtalyanca pasqua gibi adlandırmalar aynı Aramice kökten türemiştir.) Kelimenin diğer Avrupa dillerindeki yansımasına bakıldığında ise İngilizce easter, Almanca ostern adıyla anıldığını görürüz; ki bu da tesadüf değildir. Cermen etkisinin daha yaygın olduğu bu dillerde, Cermen pagan tanrıça Eostre/Ostera’nın adı, sonradan Hristiyan bayramına dönüşecek olan bahar bayramına ismini vermiştir. (Eostre/Ostera adının Ishtara’yla olan benzerliği meselesini ise size bırakıyorum!) Yumurta ve tavşanların da bu pagan tanrıçayla alakası vardı; üremeyi ve bolluğu temsil ediyorlardı (gerçi tavşan figürü muhtemelen başta bir kuş figürüydü). Çocuklara yumurta hediye edilmesi, o dönem protein kaynaklarına ulaşmanın zorluğu düşünüldüğünde oldukça anlamlıdır, ömrünün baharında olan çocuklara büyüyüp gelişmeleri için baharla gelen yumurtalar hediye edilir. Sütün, yumurtanın her mevsim ulaşılabilir olduğu günümüzden çok farklı bir dünyanın “hediye” anlayışı bunlar tabii…
Görüldüğü gibi bu anlatıların hepsinde ortak olan, “kış”ın sembolize ettiği zorluk, dert, güçlük ve baharın sembolize ettiği zorluktan kurtulma, bolluğa berekete kavuşma, varlığını devam ettirebilme meselesi… Nitekim aynı “çıkış, kurtuluş” motifini (exodus), demirden bir dağı eriterek kendilerine çıkış yolu bulanların anlatıldığı Ergenekon destanında da; Kürt ve İran coğrafyasında sahiplenilen, zalim Kral Dehak’ı öldürerek halkı kurtaran Demirci Kawa destanında da görürüz. Eh, en başında dediğim gibi, zalim bir kıştan daha kurtulup baharın sıcaklığına, umuduna, bereketine ulaşmak o çağlar için büyük şey; sembolik olarak tıpkı bu destanlardaki gibi “bir zorluktan çıkış, bir düzlüğe varış” demek. Bir zorluktan kurtuluşu kutluyoruz bahar aylarında, başka hangi anlamlarla birleştirilse birleştirilsin özü bu. Yaptığımız kutlamada da baharın sunduğu bolluğu yiyip içerek değerlendiriyor, bir kışı daha devirmenin neşesiyle doluyoruz. İnsanlık olarak kendimizi çok farklı olarak görsek de bazı noktalarda bu kadar ortağız işte; çünkü ihtiyaçlarımız ortak, hayatta kalabilmek için barınmak, beslenmek, varlığımızı sürdürebilmek, üreyerek soyu devam ettirmek…
Bu yüzden hepimiz farklı farklı anlamlarla birleştirerek, farklı şekillerde konseptler geliştirerek de olsa, özünde aynı hikâyeyi anlatıyoruz. Edebi olarak ortak hafızamızın oluşturduğu ilk hikâyelerin yazıya dökülmüş hallerini oluşturan kutsal kitapların farklı bir hikâye anlatmaması da bundan… Mezopotamya’da Akadların, Asurilerin, Babillilerin anlattığı efsanelerin benzerlerini Antik Yunan ve Antik Roma’dakiler, Cermenler ve Keltler anlattılar; sonraki çağlarda Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar anlattı; az ilerimizde Zerdüştler, Hindular, Budistler anlattı. Mitolojilere/din anlatılarına baktığımda, konu insanın temel dertleri, temel ihtiyaçları olunca insan zihninin ne kadar benzer çalıştığını görüyorum. Bu gözle bakınca, benzer hikâyelerin türetildiğini ve benimsendiğini görmemek imkansız… Bu, insanlığın ortaklığı. Aynı hikâyeleri, başka detaylarla bezeyerek anlatmamız ise insanlığın zenginliği. Bahar bayramı veya yeni yıl veya ışık bayramı, bugün hangi isimlerle hangi inanış ve topluluk tarafından sahiplenilirse sahiplenilsin, bunların insanlığın ortak hafızası olduğunu düşünmem de sanırım bundan…
Katolikler ve Gregoryen takvimini kullanan Ermenilerin paskalyası bugün, Ortodoks Hristiyanlar ise bu sene paskalyayı 2 Mayıs’ta kutlayacaklar. Biz dün komşularımla birlikte terasta kutladık baharın gelişini, kek, poğaça, kurabiyeler, içli köfteyle çay saati yaptık. Sofranın assolisti ise elbette Üstün Palmie’den aldığım Paskalya çörekleriydi. Mis gibi damla sakızı kokan bu güzel çöreği ben kaymak ve reçelle yemeyi çok severim, o yüzden Kurtuluş’a gitmişken Göreme Muhallebicisi’nden bir lüle kaymak da aldım. Turunç ve ahududu reçelleriyle birlikte afiyetle yedik. (Yerken anneannemi de andım, “kozanak” dediği bu çöreği pek güzel yapardı, ben küçükken ve o henüz gençken…) Dilerim paskalya çörekleri hepimizin ağzına lezzet katmıştır.
Bunun dışında çeşitli tarihlerde ister Nevruz, ister Hıdrellez, ister başka isimlerle bahar bayramı kutlayan paganların da bahar bayramı kutlu olsun. Önümüz bahar, umutlar bizi hep diri tutsun!
2 thoughts