Her sene okuduğum kitapları listeliyorum, malum. Benim için güzel bir düşünme dilimi oluyor. Bazen “Hadi canım, bunu bu sene mi okumuşum?” diyorum, bazen ilk anda çok etkilendiğim kitaptan geriye pek bir tortu kalmadığını fark ediyorum, bazense ilk okuyuşta şaşaalı olmayan bir kitabın aylar sonra içimde ince ince yerlere sızmış olduğunu… Mesafe bu yüzden iyi kimi zaman. Az biraz mesafe koyup bakınca insan her şeyi daha ayan beyan görüyor.
Bu senenin tabii bende ayrı bir yeri var, çünkü “okuduklarım” listesine bu kez “derlediğim” bir kitap da eşlik edecek, ama derleyenlik veya editörlük, bir şekilde dahlimin olduğu kitapları genel okuduğum kitaplardan ayrı listeliyorum. O yüzden onlara yönelik önerilerimi genel listenin altında, ayrıca bulacaksınız. Peki genel listede neler var? Daha doğrusu neler yok? Yayıncılık alanında çalışan bir insan olarak, iş için de birçok kitabı okuyorum, ama sadece iş gözüyle okuduğum kitaplar, sadece tez için yararlandığım makaleler veya bir kısmını okuyup tamamlamadığım kitaplar vs. bu listede yok. Çünkü bu listeler, her zaman yalnızca bir okur gözüyle değerlendirdiğim ve bir okur olarak keyif aldığım kitapların listeleri oluyor. Tabii okur gözüyle çok keyif almış olduğum, “Bunu dümdüz gidip alıp okusam da önerirdim zaten” dediğim kitaplar da oluyor, ama onlara dahlim de olduğu için ayrı biçimde listeliyorum. Okur gözüyle bile baksam, böylesi daha dürüst geliyor. Bunun dışında, listede hem ilk kez okuduğum hem de tekrar okuduğum kitaplar var -her sene bazı kitapları yeniden okurum zira. Sonuçta bu tamamen keyfî, son derece de şahsi, benim yalnızca bir okur olarak oluşturduğum bir listedir, herkesin oluşturabileceği gibi…

Gelelim bu seneki keyfî listenin bende en çok iz bırakanlarına… Bu sene, çılgınlar gibi koşturdum, okumaktan çok yazdım. (Tek bir söyleşi yapıp yazana dek bile güzelinden bir kitap biter!) Bu yüzden hem okumaya daha az vakit ayırabildim, hem de biraz kafamı havalandıracak şeyler okumayı tercih ettim, yani edebiyata daha çok kaçtım. Ama çok da iyi geldi! Niyeyse eğlenmek için de okuyabileceğimizi unutuyoruz bazen. Oysa okumak, güzel vakit geçirmenin de bir yolu; illa “şunu öğreneceğim, bunu anlayacağım” diye kendimizi paralamaya gerek yok, iyi bir kitap zaten veriyor vereceğini… (“Bu kadın kim?” yahut “Senesi nasıl geçmiş ki bunları okumuş, nedir arka planı?” diye merak ederseniz -ki niye edesiniz inanın hiç bilmiyorum ama- onu da şurada bulabilirsiniz bakın, böyle de şeffaf işliyor süreçlerimiz!) Ben mesela, çok sevdiğim Hüseyin Rahmi Beyciğime kaçtım bol bol bu sene. Bir Mayıs akşamı, Şıpsevdi‘deki yemek sahnelerini okumayı canım çekince kalkıp kitabı bulmuş, bulmakla yetinmemiş sesli okumuş, sonra “Ay çok özlemişim!” deyip kitabı baştan sona bir kez daha okumuşsam, şüphesiz bu bazı kitapları canımın bir yemeği çekmesi gibi canım çektiğindendir. Neredeyse ezbere bildiğim bu kitabı bir kez daha okuyup, doğrusu bir kez daha hayran kaldım. Videodan sonra bana kitabı alıp okuduğunu, hatta Hüseyin Rahmi’yle tanışmalarına vesile olduğumu söyleyenler oldu, çok mutlu oldum! En sevdiğim yazarların tüm kitaplarını birden okumam, sonraya da küçük heyecanlarım kalsın isterim ben. (Bu yüzden okumadığım klasikler var, bence tüm iyi okurların kendilerine böyle küçük oyunları vardır!) Neyse ki Hüseyin Rahmi’nin kitabı bol da, saklamakta da harcamakta da daha rahat olabiliyor insan. Şıpsevdi‘nin prototipi diyebileceğim Şık ve her gün öğle yemeklerimde birer öyküsünü okuyarak bitirdiğim Gönül Ticareti bu kabilden kitaplar oldular; senenin bana en keyif veren kitapları olarak yerlerini aldılar. Mahmut Yesari’nin Hanife Hanım’ın İstanbul Maceraları kitabı ise bana Hüseyin Rahmi’yle benzer bir lezzet vermenin yanı sıra, cumhuriyetin ilk yıllarındaki dönüşümün yarattığı trajikomik anlara, görgüsüzlüklere, korkulara, adaptasyon çabasına neredeyse bir asır sonra şahitlik etmek fırsatı vermesi ve en çok da gündelik hayat tarihine dair ortaya koyduğu inanılmaz zengin doneleriyle bir küçük hazineydi benim için.
Senenin tekrar okuduğum ve tekrar çok etkilendiğim kitapları arasında Aşk-ı Memnu da vardı. Şimdi, şu meşhur uyarlama diziyi ben bunca yıldır hiç seyretmedim, lakin Merve ve Ezgi sağolsunlar, onların epsrilerinden, göndermelerinden dolayı diziyi izlemiş gibi en önemli anlarını artık biliyordum. Fakat “Yahu izle şunu, bu bir genel kültür şeysi artık, bilmen lazım” demelerine de artık ikna oldum, hem hazır bol bol karantina varken bu senenin başlarında, yer yer yemek yaparken göz ucuyla takip etmek suretiyle de olsa diziyi izledim. Son bölümünün epey etkileyici olduğunu da inkar edemem! Haliyle bana tekrar romanı da okuma isteği geldi, ne de olsa dizi çok daha geniş yorumlanmış ve bugüne uyarlanmıştı. Romana dalınca tabii diziyi filan yine fersah fersah geride bıraktı Halit Ziya Bey’in çözümlemelerinin güzelliği… Hele Bihter’in odasında yalnız kaldığı bir gece düşünceleri, kendisine aynada bakışı, aklından geçenler… fena dağıttı beni o sayfalar. Ne diyeyim, iç acıtan güzellikte bir kitap, bence kesinlikle okumak lazım.
Hep iç acıtan şeyleri dönüp dönüp okumadım tabii. Taa 17 yaşındayken okuduğum bir kitabı, “Acaba bu yaşta yeniden okuyunca nasıl hissedeceğim?” diye merak edip, nadirkitap.com’dan bulup (zira tabii ki artık baskısı yok!) yeniden okuyup, bu yaşımda yeniden çok zekice ve eğlenceli buldum. Bahsi geçen kitap Andahazi’nin İksir: Modern Bir Gotik Roman Entrikası kitabı. Gerçek kişileri kurgulayarak, kurgusunu da gerçekmiş gibi sunup küçük oyunlar oynayarak, klasik öğeleri çok yerli yerinde kullanarak oluşturulmuş küçük, modern, dolambaçlı bir kitap. Hem çok tanıdık geliyor kullanılan öğeler, hem de bir araya getirilişi farklı bir yandan. Gotik roman öğelerini bu şekilde bir araya getirirken Lord Byron’ı, Mary Shelley’i filan bir roman kahramanı olarak sunmak ve bunu eğlenceli şekilde yapmak; edebiyatın böyle bir şey de olabilmesini istiyorum tam olarak!
“Yahu yeni okuyup da sevdiğin hiçbir şey de olmadı mı?” derseniz, yoo, oldu tabii. İlk romanı Kıymetli Şeylerin Tanzimi ile beni “Bu yaşta bu nasıl ilk roman?!” diye hayranlıkla karışık sorgulamalara sokan Sezen Ünlüönen’in yeni romanı İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman‘ın çıkışını mutluluk çığlıklarıyla karşıladım misal. Evvelkinden hem çok farklı hem çok ortak noktalarla ilerledi bu roman ve benim için yılın en sevilenlerinden biri oldu. Yabancılardan ise Tanizaki’nin Bazıları Isırgan Sever‘i, ilişkilere, insanlara, ruh hallerinin geçişlerine dair yine muazzam gözlemler sunuyordu. Ama Tanizaki’in de Nazlı Kar‘ını “hayatımda okuduğum en iyi on roman” arasında saydığım düşünülürse, bu romanını da sevmem tuhaf değildir herhalde. (Şimdi aklıma geldi, ondaki bir minik yemek sahnesini de okumuştum. Buyrunuz.) Yani bir bakıma “garanti seçimler” idi ikisi de. Ama listemde hiç garanti olmayan seçimler de vardı benim açımdan. Anna Burns’ün Sütçü‘sü, ilk 100 sayfası çok zor akan, ama sonrasında insanı esir eden bir romandı. Soğuk, köşeli, hatta keskin bir dili var ki inanılmaz etkileyici. Pes etmeyip okumaya devam edince karşılığını veriyor anlayacağınız.
Edebiyat alanında bu en öne çıkanların dışında, bir de çizgi üstünde kalanları sayayım kısaca: Şebnem İşigüzel’in İstanbullu Amazonlar 1809‘u, tam o “oyunlu edebiyat” sınıfından, güzel bir kurgu. Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler‘i, hassas bir küçük öykü derlemesi. Mustafa Çevikdoğan’ın Geçecek Zaman‘ı ise bugünden bugüne öyküler, ki benzer oyunlu duruş onda da var, gerek bulmacalarında gerek sokak sokak takip ettiğiniz Beyoğlu panaromasında. Mahsum Ece’nin Dağılmalar‘ı, enteresan bir deneme, bir böceğin peşine takıldığımız anları çok sevdim onda da. Tanguy Viel’in kitabı Ceza Kanunu, 353. Madde ise tam bir Frankofon edebiyatı örneği ve göze sokmadan, iyi bir neoliberal dünya eleştirisi.
Edebiyat dışına gelince… Burkay Adalığ’ın İmbikten Kadehe‘si, gerçekten bu ülkede yazılmış en iyi genel içki kitabı dense yeri. Yüksek alkollü tüm içkilere değinen kitabıyla Gourmand Awards’da Türkiye’den bir içki kitabının yer alabilmesini sağlamasından bile anlayabilirsiniz bunu, ne de olsa malum, içki kitapları dünyada pek güçlü olduğumuz bir alan değil. Fotoğrafları, baskısı, tarihi, tarifi, her şeyi tastamam yerinde bir kitap. Her içki kültürü meraklısının elinin altında olmalı bence diyor ve detaylı inceleme isteyen varsa videoyu şöylece bırakarak sıradaki kitaba geçiyorum. Silva Özyerli’nin Amida’nın Sofrası kitabını ilk elime aldığımda “Bulgura dair ne çok detay varmış!” demiş, yine bir zamanlar elde şehriye kesildiğini öğrendiğimde o incecik küçücük şehriyelerle nasıl uğraşıldığını hiç düşünmediğimi fark edip çok şaşırmıştım. Onunla yapacağım söyleşiden önce yeniden elden geçirdim kitabını ve bir kez daha hayran oldum. Ne çok emekle, nasıl bilmediğimiz dünyaları aralayan bir kitap… Yalnızca yeme içme kitabı olarak bakmayın sakın, Diyarbakır hayatı, İstanbul yılları, bir Ermeni olarak yaşamanın getirdiği yük, tüm gerçekleriyle hayatta ne varsa sofraya da onu yansıtan bir kitap. Kim derdi ki Kıbrıs’ta yaşanan Türk-Yunan gerginliği, burada Diyarbakır’daki Ermenilerin şehirde artık kalmaya devam edememesiyle sonuçlanır? Ben bunu hakikaten Silva Özyerli’den öğrendim, daha önce hiçbir yerde okumamış, duymamıştım. Yakın tarihimize dair ne çok bilmediğimiz şey var… O yüzden yemekle pek alakası olmayanların da kesinlikle okumasını önerebilirim.
Hususi olarak üstünde durmak istediğim son kitap, Erkan Irmak’ın Eski Köye Yeni Roman: Köy Romanının Tarihi, Kökeni ve Sonu (1950-1980) adlı çalışması. Ödüllü bir araştırmacı olan Irmak’ın doktora tezinden kitaplaştırılan bu çalışmaya dair beklentim zaten büyüktü, doğrusu bambaşka alanlarda çalışıyor olsak da, kendi tezimi yazarken yaşadığım bir tıkanmaya yol bulabilirim umuduyla ve yöntemini incelemek, teorik kısmına odaklanmak amacıyla daldım başta kitaba. Fakat konuyu o kadar güzel işlemiş ki, açıkçası köy romanı gibi hiç ilgimi çekmeyen bir konuda dahi yazılan bir tezi okuttu bana yöntem ve üslup. Hatta köy romanı meselesinden ziyade, diyebilirim ki edebiyat felsefesinden köy enstitüleri tartışmasına dek daha çok “edebiyat üstünden ve romanlar yoluyla” bir siyaset bilimi tartışması okuyormuş gibi hissettim; haliyle hemen metinle özdeşlik kurabilmeye başladım o histen sonra. İşin daha da güzel yanı, hakikaten bana bir yol da gösterdi kitap ve aralık ayında iyi bir tez izleme geçirdiysem bunda bu kitabın da payı var. Sıkı bir metodolojik hassasiyetle, zekice kurgulanmış bir araştırma okumanın işte böyle güzel bir yanı var! Eğer ki metodolojiye meraklıysanız, teorik tartışmalardan hoşlanıyor ve yazarın akıl yürütme çizgisindeki adımlarını incelemeyi seviyorsanız, bu yüzden konunun “ilgi alanınızda” olup olmadığı önemini yitiriyor bir süre sonra; sadece araştırmanın iyi, nitelikli bir araştırma olup olmadığı önemli oluyor. Ben de tam böyle bir kitapla karşılaştım bu okumada, iyi ki de karşılaştım.
Edebiyat dışı alanda çizgi üstünde kalanlara gelince… Biri, Ahmet Tulgar’ın Dağılmalar‘ı. İyi bir deneme yazarı Tulgar, bazı yazılarında öne sürdüğü fikirlere hiç katılmasam da, onda da iyi bir yöntem ve iyi araştırmacılık izleri görülüyor. Vedat Milor’un Hesap Lütfen!‘i onunla sohbet eder gibi hissedebileceğiniz, güzel bir nehir-söyleşi. (Lafı geçmişken söyleyeyim, diğer Hesap Lütfen‘i de okudum. Bana “Bu isim benzerliği nedir, çalıntı mıdır?” diye soranlar olmuştu, buradan da yazmış olayım. İki kitabın birbiriyle konu itibariyle alakası olmadığı gibi, genel ifadelerin isim olarak kullanılmasına da çalıntı demek mümkün değil. Bir sürü “Aşk” adında roman var mesela, kim kimden çalmış? Yani tutup “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” koymayın tabii romanınızın adını, fakat “Bakar Mısınız?” ya da “Gün Batımı” koyarsanız buna çalıntı demek abes olur.) Son olarak Seyhan Kurt’un Haneden Ev Haline kitabı güzel bir mimari kültür araştırması, özellikle teorik ve tarihi bazı bölümlerinden çok keyif aldım.
Ve işte, sıralı tam lise, bu sene 30 parçadan müteşekkil. Lisenin geneline bakınca görüyorum ki, bu sene en çok klasik Türkçe edebiyat örneği okumuşum. Her sene bir şeye takıyorum, geçen sene de İhsan Oktay Anar’ları elden geçirmiştim, demek iki senedir o zamanın coğrafyasına uçasım varmış. Bu listeler böyle kendiliğinden gelişen temayülleri izlemek için çok güzel şeyler! (Merak edenler varsa, geçmiş yıllarımın listeleri de şurada.)
Ceza Kanunu, 353. Madde | Tanguy Viel | İletişim Yayınları |
Dağılmalar | Mahsum Ece | İletişim Yayınları |
İmbikten Kadehe | Burkay Adalığ | Epsilon Yayınevi |
Aşk-ı Memnu | Halit Ziya Uşaklıgil | Everest Yayınları |
Kış Gülünce | Beyhan Gültaşlar, Serkan Aka | İletişim Yayınları |
Amida’nın Sofrası | Silva Özyerli | Aras Yayınları |
Reca’nın Mutfağı | Reca Deşilton | Okuyan Us |
Bakışın Ritmi | Ahmet Tulgar | İletişim Yayınları |
İstanbullu Amazonlar | Şebnem İşigüzel | İletişim Yayınları |
Şıpsevdi | Hüseyin Rahmi Gürpınar | Özgür Yayınları |
İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman | Sezen Ünlüönen | İletişim Yayınları |
Çileklerin İsyanı | Massimo Montanarı | Can Yayınları |
Hesap Lütfen | Vedat Milor | Kronik Kitap |
Sütçü | Anna Burns | İthaki Yayınları |
Hesap Lütfen | Ceylan Özge Kunduz, Elif Yirmibeşoğlu | Mundi |
Gelin Başı | Seray Şahiner | Can Yayınları (şimdi almak isterseniz Everest’te) |
Küçük Şeyler | Samipaşazade Sezai | Can Yayınları |
Hanife Hanım’ın İstanbul Maceraları | Mahmut Yesari | Can Yayınları |
İksir: Modern Bir Gotik Roman Entrikası | Federico Andahazi | Güncel Yayıncılık |
Eski İstanbul Akşamcıları | Osman Cemal Kaygılı | Can Yayınları |
Haneden Ev Haline | Seyhan Kurt | İletişim Yayınları |
Şık | Hüseyin Rahmi Gürpınar | Can Yayınları |
Bazıları Isırgan Sever | Junichiro Tanizaki | Can Yayınları |
Eski Köye Yeni Roman | Erkan Irmak | İletişim Yayınları |
Güneş Kalır Bir Başına | Ömer Erdem | Everest Yayınları |
Gönül Ticareti | Hüseyin Rahmi Gürpınar | Can Yayınları |
Geçecek Zaman | Mustafa Çevikdoğan | Can Yayınları |
Seçkin | Zeynep Miraç | Doğan Kitap |
Evlilik | Ahmet Mithat Efendi | Can Yayınları |
Gelelim listelemek istediğim “diğer” kitaplara… Derlediğim Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri‘ni şurada detaylıca anlattığım için yeniden anlatarak sözü uzatmayayım. Benim için çok yorucu, ama harika bir deneyimdi. Kitapla ilgili hem çok güzel yorumlar aldım, hem Hürriyet’in Yılın En İyi Kitapları listesinde 5. sırada yer aldı, hem de birçok söyleşi yayımlandı. Bu ilginin beni çok mutlu ettiğini söylemem gerek. Bu maddi ortamda, hacmi ve baskı özellikleri itibariyle pek de ucuz olamayacak bir kitabın bir ayda ikinci baskıya gidecek ilgiyi görmesini beklemiyordum. Umarım tüm okuyanların keyif aldığı, yeni şeyler öğrenmeye vesile olan bir kitap olur.
Diğer önereceğim kitaplardan biri, Çocuk, Köstebek, Tilki ve At. Bu kitabı, editörlüğünü ben yapmasam da, okuduğum anda vurulduğum için, içimde pek hassas yerlere dokunduğu için, bana iyi geldiği için, daha ilk anda tanışmasına vesile olduğum birkaç insana da ne kadar özel geldiğini gördüğüm için, yine tüm kalbimle tavsiye ederdim. İlk önce İngilizce versiyonunu okudum, sonra Türkçesini ve toplamda 4 kez okudum, hâlâ bir kez daha “Şöyle bir ayağımı uzatsam da okusam” diyorum, bence ordan anlayabilirsiniz bende uyandırdığı hisleri. Çizimleriyle, cümleleriyle çok farklı, resim gibi izlenecek, başucu kitabı yapılacak bir kitap. Küçük Prens‘le kıyaslanması da tesadüf değil tabii, çünkü onun gibi bence “yetişkinlere hitap eden bir çocuk kitabı”. Bundan ne anlayacağınız, elbette size kalmış. Ama en azından herkesin bir göz atmasını öneririm.
Diğer önereceğim kitaplar ise efsanevi Peanuts karakterlerinin yıllara yayılan karikatür bantlarının tematik olarak dizildiği kitaplar serisi, çünkü Peanuts’a bayılırım ve bence gerçekten Snoopy bir dahi, Charlie Brown ise dünyanın en sevilesi, pamuklara sarılası, empati kurulası kahramanlarından biri! Şimdilik, Aşk, Hayat, Arkadaşlık olmak üzere 3 teması yayımlandı, ama 2022’de Okul, Aile ve Başarı(sızlık) da gelecek.
Son olarak, dünyada çok ses getiren Lisa Taddeo’nun yıllarca süren çalışmasının meyvesi olan Üç Kadın‘ı önereceğim. Erkeklerinkine kıyasla hâlâ pek az incelenen kadın cinselliği ve tutkusunun doğasını, üç kadın üzerinden inceleyen bu kitap, gerçek hikayelere dayanıyor ama aynı zamanda o kadar güzel kurgulanmış ki, elinizden bırakamıyorsunuz.
Eh, bunca kitap yeter değil mi? Şimdi gelelim filmlere, dizilere. Geçen senenin yarısı kadar bile etmiyor izleidklerim, ama geçen sene zaten sıradışıydı benim için. Kitaplara bile yeterince vakit ayıramazken, tabii ki ilk kestiğim, kıstığım şeylerden biri izlemeye ayırdığım süreydi. İzlediklerimin çoğunu da zaten senenin başında izledim, ki benim için normalde söz konusu olamayacak kadar güncel yapımlarla dolu bir liste olmasından bile belli bu! Tabii senenin sonunda özüme döndüm ve azıcık bulduğum vakittte hemen eskiden izlediğim şeylere döndüm -her sene okuduklarımın bazılarını yeniden okumak gibi, izlediklerimin bazılarını yeniden izlemek de olmazsa olmazımdır! Bence siz de deneyin, hangimiz üniversitenin ilk yıllarında filan izlediğimiz filmleri ne kadar anladık yahut ne kadar hatırlıyoruz ki, di mi ama?
Bu sene izlediklerime baktığımda çok kayda değer bir şey yok doğrusu, kafa dağıtmak için izlenenler ağırlıkta. Ama insanın buna da ihtiyacı yok mu doğrusu? Modern Family mesela gerçekten pek eğlendirdi beni, keza Bridgerton da öyle, sağolsunlar, kış depresyonuma iyi geldiler! Daha ciddi olarak baktığımda, Erased çok iyi bir animeydi. The Trial of Chicago 8 ve Judas and The Black Messiah, Amerikan Siyah hareketini anlamak için çok iyi filmlerdi. A Suitable Boy, Jane Austen romanlarının Hint dizisi versiyonu gibiydi biraz, çok hoşuma gitti izlemesi. Bombay Begums ise çok daha bugünden, güçlendirmeye yönelik yeni nesil bir kadın hikayesi, sevdim onu da, devamını merakla bekliyorum hatta. Hemen herkes gibi, Squid Game‘i merakla izledim ben de. Zaman geçirmek için izlenir elbette, konuya da gayet kaptırıyorsunuz kendinizi tamam, ama Battle Royal izlemiş nesil olduğumuzdan mıdır nedir, “Eee bunun nesine bu kadar yaygara kopardılar ki, yapıldı bu zaten daha önce?” demekten kendimi alamadım. Şahsen diğer kore dizisi olan Hellbound‘u çok daha ilginç buldum, dini ve dine inanma eğrisini göstermesi daha enteresan kılıyor bence onu. Hele internet fenomeni Ok Başı Tarikatı lideri karakteri çok iyiydi bence, her açıdan çok gerçekçi buldum. Son olarak, How To Become A Tyrant ve Pretend It’s A City‘yi izlerken muazzam eğlendim, yaşlandıkça Fran Lebowitz’le daha da fazla ortak noktam ortaya çıkacağı aşikâr, o yüzden biraz gelecekteki halime bakmak gibiydi, ürkmedim desem yalan olur!
Buyrun öne çıkanlarıyla mütevazı “izlenenler” listem…
Azizler (2021) | Yağmur & Durul Taylan | 6 |
A Suitable Boy (2020) | Mira Nair & Shimit Amin | 7 |
Bombay Begums (2021) | Bornila Chatterjee, Alankrita Shrivastava | 7 |
Bridgerton (2020) | Tom Verica, Sheree Folkson, Alrick Riley, Julie Ann Robinson, Tricia Brock, Alex Pillai | 6 |
History of Swear Words (2021) | Wes D’Elia | 7 |
Pretend It’s a City (2021) | Martin Scorsese | 8 |
Emma (2021) | Autumn de Wilde | 6 |
Kağıttan Hayatlar (2021) | Can Ulkay | 7 |
Aşk-ı Memnu (2008) | Hilal Saral | 7 |
Boku Dake Ga Inai Machi (Erased) (2016) | Tomohiko Itô, Makoto Hoshino, Toshimasa Ishii, Kosaya, Hirotaka Mori, Takahiro Shikama, Shinya Watada | 8 |
The Trial of The Chicago 7 (2020) | Aaron Sorkin | 9 |
Judas and The Black Messiah (2021) | Shaka King | 8 |
Modern Family (2009-2020) | Gail Mancuso ve 37 diğer kişi | 8 |
The Age of Innocence (1993) | Martin Scorsese | 8 |
Nine (2009) | Rob Marshall | 7 |
Worn Stories (2021) | Dara Horenblas, Ted Passon, Claudia Woloshin | 7 |
Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü? (2021) | Andaç Haznedaroğlu | 7 |
Mean Girls (2004) | Mark Waters | 6 |
Legally Blonde (2001) | Robert Luketic | 6 |
Legally Blonde 2 (2003) | Charles Herman-Wurmfeld | 6 |
How To Become A Tyrant (2021) | 8 | |
Ojing-eo Geim (Squid Game) (2020) | Hwang Dong-Hyuk | 8 |
8½ (1963) | Federico Fellini | 8 |
La Dolce Vita (1960) | Federico Fellini | 8 |
Et Dieu… créa La Femme (1956) | Roger Vadim | 7 |
Jiok (Hellbound) (2021) | Sang-ho Yeon | 8 |