İstanbul’a vefa borcumu biraz daha ödediğimi hissettiren ve beni çok duygulandıran güzel bir programdan haberdar edeceğim sizi: Enstitü İstanbul İSMEK’lerde artık derlediğim Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri’nden alınan ilhamla hazırlanmış 56 saatlik bir eğitim programı var. İstanbul’da paylaştığımız yemek kültürünü tüm bileşenleriyle, geçmişi ve günceliyle aktarmayı amaçlayan bu sertifika programı, ilk mezunlarını da verdi üstelik!


Enstitü İstanbul İSMEK’ten Deniz Dindar Hanım’la, derlediğim Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri çıkınca tanışmıştık. Deniz Hanım kitaptan çok etkilendiğini, ona esin kaynağı olduğunu söyleyerek beni çok mutlu ettiği yetmezmiş gibi, İstanbul’un mutfak kültüründen yola çıkarak İSMEK’lerde verilecek bir “İstanbul Lezzetleri” eğitimi tasarlamak istediğini söyledi. Sonrasında da haberleştik, Deniz Hanım adım adım eğitimi planladı, eğitmen şefler yardımıyla birbirinden güzel tarfiler oluşturuldu, ilk öğrencilere eğitim verilecek bir prototip tasarlandı, sonra geri bildirimlerle eğitim modülü son haline getirildi ve kurs ilk mezunlarını verdi. Ben de, programı bitiren ilk öğrencilere sertifikalarını vermek üzere Enstitü’ye davet edildim. Şimdi işin en güzel yanı şu ki, ben bu kitabı derlerken bunun ne binlerce İstanbullu’nun Pembe Köşk’te tadacağı bir tadım menüsüne dönüşeceğini düşünebilirdim, ne de bir eğitim programına ilham vereceğini… Ama derlenen onca bilginin, yapılan onca söyleşinin kitabın sayfaları arasında kalmayıp bir de gerçek tabaklara dönüştüğünü, gerçek insanlarca yapılıp yendiğini görmek öylesine paha biçilmez bir mutluluk kaynağı ki…





Neden? Şöyle anlatayım, bugün programa katılmış olanlara, öğrendikleri tarifleri nasıl bulduklarını, aralarında ilk kez tattıkları, yaptıkları lezzetler olup olmadığını sordum. Kimisi topiği ilk kez yediğinden bahsetti, kimisi Ermeni usulü pilakiyi ilk kez deneyip çok sevdiğini söyledi, hep bir ağızdan lakerdaya bayıldıklarını belirttiler sonra. Bir katılımcı “Eşim doğma büyüme İstanbullu, ona programda yaptığımız fındıklı Beyoğlu çikolatasından götürdüm, çok havam oldu!” dedi, gülüştük. Bir başka katılımcı baba, kızının milli sporcu olduğunu, kurslarda öğrendikleriyle artık ona çok daha güzel ve yararlı yemekler pişirdiğini söyledi, ardından “Eğitim için seçilen tüm tabaklar öylesine İstanbul kültürüne özgüydü ki, aralarından seçemiyorum” dedi. İşte bunlar beni neredeyse mutluluktan ağlatacak güzellikte sözler… Hepimiz İstanbul’da yaşıyoruz, hepimiz bu şehrin kültüründen besleniyoruz, ondan bir şeyler alıyor ve ona kendimizden bir şeyleri geri veriyoruz. Ama kendimizi bu şehre daha fazla ait hissetmenin yolu da şehrin kültürel unsurlarıyla karşılıklı bir etkileşime geçmek. Yemek, kültürün hem öylesine büyük hem öylesine gündelik bir parçası ki, orada yaşanan bir değişim anında karşılık buluyor kendine…


Bir de işin şu yanı var ki, gastronomi seviyesini yükseltmek yalnızca piramidin üst tarafını sivriltip uzatmakla olmuyor, birçok şey ancak tabana yayıldığı ölçüde başarılı olabilir ve piramidin üstü yükselecekse, bu da ancak altına konan destekler arttıkça mümkün olur. Bu şehirde yaşayan milyonlarca kişi için birçok İstanbul lezzeti hiç temas kurulmamış, tadılmamış, tanışılmamış tatlar, çünkü unutuldular, çünkü karşılaşma imkanı azaldı, çünkü eski çeşitlilik yok. O halde, bu karşılaşmaları arttırmak gerek. Ve İBB’nin Enstitü İstanbul yoluyla yaptığı şey tam da bu ve tam da bu yüzden muhteşem; İstanbul’da yaşayan milyonlarca insanın kendini “İstanbullu” hissetmesine, şehre ait hissetmesine, burayla ayrı bir bağ geliştirmesine yardımcı oluyor bu tarz kültür yükleyici etkinlikler… “Değerlerimizi kaybetmek”ten bahsediyorsak, onları kaybetmemek için aktif bir çaba da göstermemiz gerekiyor, ama kuşaktan kuşağa aktarımı hep çocuklar üstünden düşünüyoruz, oysa yetişkin eğitimi de bir ömür sürüyor, çünkü öğrenmek ömür boyu…
İşte bunu anlayan, bilen birbirinden kıymetli insanların emekleriyle oluşturuluyor bu programlar. Yetişkin eğitimi üstüne doktora yapmış Canan Aratemür Çimen’in Enstitü İstanbul İSMEK’lerin koordinasyonunu üstlenmiş olması, Deniz Dindar’ın yeni programlar geliştirmek için hevesle çalışması sayesinde kitabımız artık “nefes alıyor”, organik bir şekilde etki alanı artarak büyüyor, yaşıyor.


Son söz de yetişkin eğitiminin önemini anlamış, hem meslek edindirme hem bilgi katma anlamında bu kursları önemle organize eden Enstitü İstanbul’u keşfetmeniz için gelsin: İSMEK’ler artık o bildiğiniz eski İSMEK’ler değil! İçinde inanılmaz bir donanım, ekipman ve eğitimci kadrosu var, kurs çeşitliliği muazzam artmış durumda, öyle ki bugün 300.000’den fazla “öğrenci”ye sahip. Her şehre örnek olacak bir canlılıkla faaliyet gösteren böyle bir kurumda, herkesin faydalanabileceği bir eğitime ilham vermiş olmak beni bu açıdan hem çok mutlu ediyor hem çok duygulandırıyor. Çünkü gastronomi dediğimiz şey bir “lüks”ten ibaret değil, aksine büyük kısmı paylaştığımız ve aktardığımız bir kültür demek. “İstanbulluluk” da doğumla elde edilen bir paye değil, aksine ortak bir yaşam bilinciyle geliştirdiğimiz bir aidiyet, bir kimlik ve bir şehirlilik bilinci demek. Bunu böyle geliştireceğiz, emeklerimizle, paylaşarak ve çoğaltarak…
Çok sevdiğim ve şu dünyada kendimi en çok ait hissettiğim şehre bir kitap armağan etmek en büyük mutluluklarımdan biriydi, şimdi onun başkalarına da değerek halka halka büyümesi apayrı bir sevinç kaynağı oldu. Dilerim herkesin kendini daha bir İstanbullu hissetmesine de katkısı büyük olur…
Ne kadar gurur verici, sizin adınıza çok sevindim. Kitabı kendin yazmışım gibi heyecanlandım okurken. Tebrikler.
BeğenLiked by 1 kişi
Ne kadar zarifsiniz, çok teşekkür ederim. İnsanların birbirlerinde böyle olumlu hisler uyandırabilmesi genel olarak çok duygulandırıyor beni, çünkü dünyanı bu iyicillik kurtaracak. Tekrar çok çok teşekkürler…
BeğenBeğen