2020 pek acayip yıldı malum. En çok evde zaman geçirdiğimiz, bu sayede önceki yıllarda olmadığı kadar okuyup izlediğimiz bir yıldı belki çoğumuz için. Her yıl ocak başında, bir önceki yıl okuyup izlediklerimin dökümünü yapıyor ve geriye dönük bakışla değerlendirmeye çalışıyorum; “o kitabın kapağını kapattığımda çok etkilenmemiş gibiydim ama şimdi en çok o aklımda kalmış?” ya da “şunu okurken pek heyecanlanmıştım ama geride pek iz bırakmamış” gibi. Bazen sıcağı sıcağına değerlendirmekle üstünden vakit geçmesine izin vermek arasında fark çok büyük oluyor, bazen pek yakın, bunun farkını görmek de hangisinde nasıl olduğunu izlemek de hoşuma gidiyor artık doğrusu…
Bu yıl benim keyfi okuma miktarımda çok büyük değişiklik olmamış, mesela bunu fark ettim. Önceki yıllarda “keyfine okuma liste”m ne kadarsa, üç aşağı beş yukarı yine aynı sonuç. Sadece birkaç kitap daha fazla, hepsi bu. Ama izleme listem muazzam arttı. İzlemeyle ilgili ciddi odaklanma sorunum var, bir şey izlerken (eğer sinemada değil evde izliyorsam) çok kolay dağılabiliyorum, bunu nihayet biraz aştığımı görmek hoşuma gitti. Bilhassa Netflix’in belgesellerinden bana güzel öneriler bulup gelen arkadaşım Merve Öztürk’e bunun için özellikle teşekkür etmeliyim sanırım.
Senenin öne çıkanlarını düşündüğümde tereddütsüz sayacağım birkaç kitap var. Sebastian Haffner’in Bir Alman’ın Hikâyesi kitabı, önceki yıl okuduklarım arasında en beğendiğim kitaplardandı ve Hitler Üzerine Notlar‘ını da gayet iyi buldum. İkisini birden okumanızı önerebilirim. Fanny Davis’in Osmanlı Hanımı kitabı ise tarihin ne kadar eğlenceli olduğunu gösterebilen, günlük hayatın tarihine dair bence nefis bir kitap. (Hatta kitaptaki adet, gelenek görenek, yeme içme fasılları üstünden şunu yazmıştım.) Günlük hayat tarihi sevenler bence muhakkak edinsin. Yine de en iz bırakan kitap, Kehribar Gözlü Tavşan oldu bende. de Waal’in bu kitabından bazı sayfaları yıllar yıllar önce bir derste “içeriden bir göz”ün anlattıklarını görme amacıyla okumuştum, ama kitabın kendisini okumamıştım. Müthiş enteresan, birkaç cümleyle özetlemenin zor olduğu bir kitap, ama deneyeyim: Bu bir aile anlatısı, kiilikler ve yerler tamamen gerçek. Çarlık Rusyası’ndan çıkıp Viyana’ya, Paris’e, Japonya’ya, İngiltere’ye uzanan bir Yahudi ailesinin tarihi… Öyle bir aile ki bir zamanlar Rotschildlerle birlikte tanınan ve iş yapan; Monet, Manet gibi bugün bildiğimiz nice ressamın hamiliğini yapmış; sanata düşkün; bugün Paris’te veya Viyana’daki meşhur Ringstrasse’de dev köşleri bulunan, ancak sonra Naziler zamanında tüm mülklerine el konan bir aile. de Waal, ailesinin tarihini araştırırken bulduklarıyla bizi 1850’lerden itibaren müthiş meraklı bir serüvene çıkarıyor, yer yer gazetelerin cemiyet ve sanat dünyası dedikodu sütunlarını okurken buluyorsunuz kendinizi, yer yer böylesine muazzam bir paranın bile sizi koruyamayacağını düşünüyorsunuz. Enteresan ve çaktırmadan tarih öğreten bir aile anlatısı anlayacağınız… Son olarak, Lezzet Fetihleri‘nin de muazzam güzel bir tarih çalışması olduğunu düşünüyorum. Onun hakkında hem podcast yaptığım, hem yazı yazdığım için sözü uzatmayayım, fakat hakikaten belli bir konuya odaklanarak dünya tarihi nasıl anlatılabilir diye şahane biçimde örnek gösterilebilir bu kitap…
Biraz daha edebiyatın sularına açılırsak, bu sene bende muhteşem iz bırakan yeni romanlar okumadığımı fark ettim, geçen sene bu açıdan daha mümbitti listem. Ama bunun sebebi, benim de güvenli limanlara sığınmam olabilir tabii! Örneğin yaza doğruydu, canım fena halde İhsan Oktay Anar romanlarını yeniden okumak istedi. Ben de elbette bu isteğe karşı gelmedim. (Ve yine Anar’ın en güzel kitabının Suskunlar olduğuna kanaat getirdim, bence Puslu Kıtalar Atlası‘ndan daha iyi…) Bir okurun en büyük haklarından biri okuduğu şeyden keyif almasıdır bence, o yüzden her sene bazı kitapları yeniden okurum zaten, sadece bu sene biraz fazla tekrar okuma yaptım sanırım. Ama bir süredir okumayla ilişkim daha rahat bir şekilde sürüyor zaten, “okumalıyım” diye düşünmeden, illa “yeni/çok konuşulan/çok güzel denen” kitaplara kendimi sıkıştırmadan… Bunda sanırım klasikleri çok sevmemin de etkisi var. Nitekim diğer seçimlerim de genelde o minvalde oldu. Bu açıdan benim “yeni” tanıştıklarım aslında “yeni” kitaplar değil. Yılın en enteresan romanı, Forster’ın Hindistan’a Bir Geçit‘iydi mesela benim için. Ülkelere seyahat ederken ona göre kitaplar seçmeye çalışırım ve Hindu Söylenceleri ile bu romanı o kapsamda Hindistan’ı gezerken okumuştum. Roman, İngiliz sömürgesi olduğu zamanlarda yazılmış, hem Hindistan’a hem sömürgecilere yönelik enteresan tespitler içeren, dikkat çekici bir roman. Benim hoşuma gitti, okunması kolay bir roman olduğunu söyleyemem, fakat niçin bir klasik olduğunu iyi anlayabileceğiniz bir romandı, gözlemleri muazzamdı. Sonra Zamyatin’in öykülerini ve novellalarını keşfedip okudum mesela, bilhassa Kuzey beni çok etkiledi. Yi Chong-Jun da, ki Kore edebiyatının ünlü bir ismi imiş, ilk kez tanıştığım isimler arasında. Kâhin bence iyi bir psikolojik novellaydı, çok beğendim, fakat korkarım baskısı olmadığı için artık pek ulaşılabilir değil. Listemde bu sene her zamankinden çok İletişim Yayınları kitabının yer almasının sebebi de aslında böyle 90’ların başlarında yayımlanmış, şimdi baskısı olmayan on- on iki kitabın elime geçmesi… Kâhin, Zamyatin’ler yahut normalde absürdü çok sevmememe rağmen Spangemann’ın oldukça zekice -ve iyi bir absürd örneği- olduğunu düşündüğüm Ypsilon‘u hep o diziden yayımlanmış, ben de bir heves onlara daldım!
Daha güncel örneklere bakarsak, Maruzatım Var dilini de temalarını da sevdiğim bir öykü kitabı oldu. Annemin Kaburgası ise bazı öykülerine beni hayran bırakan, bazı öykülerinde ise dili çok didaktik ve mesaj kaygısını edebiyatın önüne geçiren yapısıyla aslında tek bir kitapmış gibi ele almanın zor olduğu bir öykü kitabı, ancak her halükarda ortalamanın üstünde ve okunmayı hak ediyor.
Özel ilgi alanım olduğu için yeme-içme kitaplarına gelince, Süt Uyuyunca peynir düşkünlerinin, Meleklerin Payı – Bir Viski Macerası viski severlerin, Şarap Tutkununun El Kitabı şaraptan hoşlanıp da nasıl ilişkisini ilerleteceğini bulmak isteyenlerin edinmesi gereken kitaplar bence. Bu yıl okuduğum bi kitaplarla ilgili kısa inceleme videoları da hazırlamıştım, onları izleyerek karar vermek isterseniz buradan bakabilirsiniz.
Henüz bititmediğim için listeye koyamadığım, hacimleri ve kitap itibariyle de zaten öyle bir oturuşta okunmayacak, ama masanın üstünde duracak ve her gün birazını okuyacağınız iki nadide kitabı da buradna önermek istiyorum. Biri İletişim’in çıkan, Nacide Berber ve Feryal Saygılıgil’in derlediği Feminizm kitabı; diğeri ise Epsilon’dan çıkan, Burkay Adalığ’ın yazdığı distile içki kültürü kitabı olan İmbikten Kadehe. Çok farklı alanlarda, ama ikisi de özenli ve titiz çalışma olduktan sonra muazzam bir iş ortaya nasıl konur’u gösteren kitaplar, o yüzden hususi bahsetmek istedim.
Sanırım artık listeye geçebiliriz! Bu liste (ve önceki yılların listeleri) benim tamamen bir okur olarak keyfi seçimlerimden oluşuyor ve tez için okuduğum makaleler yahut başka sebeplerle incelediğim kitapları değil, sadece sıradan bir okur olarak gidip neyi alırdım, okurdum diye düşünerek okuduğum kitapları kapsıyor. Keza tamamını okumadığım kitaplara da bu yıl sonu listelerimde hiç yer vermiyorum. (Goodreads’te biraz daha rahat ve geniş tutuyorum işi, ama bu listeler benim için çok şahsi, böyle kalması da şimdilik hoşuma gidiyor…) İçlerinde tekrar okunanlar var, ama bold’la yazdıklarım (ister ilk kez okuyayım ister tekrar okuma olsun) yukarıda bahsettiklerim kadar öne çıkmamış bile olsalar belli bir çizginin üstünde olduğunu düşündüğüm, “Bence okuyun, tavsiye ederim” dediklerim oluyor.
Önceki yılların okuma ve izleme listelerine bakmak isterseniz buradan görebilirsiniz.
Hepinize bol kitaplı bir yıl dilerim!
Hitler Üzerine Notlar | Sebastian Haffner | İletişim Yayınları |
Mağara | Yevgeny Zamyatin | İletişim Yayınları |
Üç Gün | Yevgeny Zamyatin | İletişim Yayınları |
Sebzelerin Efsanevi Tarihi | Evelyne Bloch-Dano | İletişim Yayınları |
Sarı Duvar Kağıdı | Charlotte Perkins Gilman | İletişim Yayınları (ama okumak isterseniz artık İthaki’den bakıp bulmalısınız) |
Taşkın | Yevgeny Zamyatin | İletişim Yayınları |
Ypsilon | Christof Spengemann | İletişim Yayınları |
Kuzey | Yevgeny Zamyatin | İletişim Yayınları |
Kâhin | Yi Chong-Jun | İletişim Yayınları |
Kırışıklıklar | Paco Roca | Desen Yayınları |
Hindu Söylenceleri | Sister Nivedita (Margaret E. Noble) | İmge Yayınları |
Dul | Jean-Louis Fournier | Yapı Kredi Yayınları |
Hindistan’a Bir Geçit | E. M. Forster | İletişim Yayınları |
Leylan | Selahattin Demirtaş | Dipnot Yayıncılık |
Kehribar Gözlü Tavşan – Saklı Miras | Edmund de Waal | Everest Yayınları |
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | Stefan Zweig | İletişim Yayınları |
Suskunlar | İhsan Oktay Anar | İletişim Yayınları |
Kitab-ül Hiyel | İhsan Oktay Anar | İletişim Yayınları |
Osmanlı Hanımı | Fanny Davis | Yapı Kredi Yayınları |
Bruges-La-Morte | Georges Rodenbach | Everest Yayınları |
Seyahatname’den Seçmeler | Evliyâ Çelebi’den seçen İsa Öztürk | Adam Yayınları |
Efrasiyâb’ın Hikâyeleri | İhsan Oktay Anar | İletişim Yayınları |
Patlıcan Hakkında Her Şey | Ruhun Gıdası Ekibi | Ruhun Gıdası Kitaplar |
Maruzatım Var | Nurhan Suerdem | İletişim Yayınları |
Dokunmanın Gücü Üzerine | Wilhelm Schmid | İletişim Yayınları |
Fazlalıklar | Sinan Sülün | İletişim Yayınları |
Lezzet Fetihleri | Michael Krondl | İletişim Yayınları |
Taammüden Cinayet | Witold Gombrowics | İletişim Yayınları |
Türkiye’de Kürtaj | Sedef Erkmen | İletişim Yayınları |
Süt Uyuyunca | Artun Ünsal | Yapı Kredi Yayınları |
Güzelliğin Politikası | Merve Genç | İletişim Yayınları |
Annemin Kaburgası | Burçin Tetik | İletişim Yayınları |
Zor Anneler | Waltraut Barnowski-Geiser, Maren Geiser-Heinrichs | İletişim Yayınları |
Hayâlî’nin Tesadüfleri | Bora Abdo | İletişim Yayınları |
Ihlamur Ağacı | Vüs’at O. Bener | İletişim Yayınları |
Mutfak Okulu | Güzin Yalın | İletişim Yayınları |
Meleklerin Payı – Bir Viski Macerası | Burkay Adalığ | Epsilon Yayınları |
Şarap Tutkununun El Kitabı | Melissa Monosoff | Epsilon Yayınları |
İzlemeyle ilişkimin neredeyse hiç olmadığı kadar iyi olduğu bu yılda “izlenenler” listem de haliyle daha uzun. Normalde bir şeyler izlerken dikkatim çok dağılırdı, özellikle sinemada izlemiyorsam. Fakat sanırım evde kapalı kalınca “dışarıyı izlemenin” yolu film ve dizi izlemek oldu; o yüzden her zamankinden şevkle bir şeyler izlerken buldum kendimi.
İzlemeyle aramı ancak yavaş yavaş düzeltebildiğim için Black Mirror’ın geriye kalan bazı bölümlerini ancak 2020 başında izleyerek tamamladım. Eminim birçoğunuz çoktan izleyip bitirmişti, o konuda hafif geriden geldim. Okuma listemde olduğu gibi, izlediklerimin de bir kısmı daha önce bir veya birkaç kez izlediğim şeyler, The Duchess, Chi Bi ya da King’s Speech gibi. Harem Suare de belki mükemmel bir film değildir -ama bir şeyi sevmemiz için mükemmel olması gerekmez ya?- ara ara tekrar izler ve yine tat alırım onu seyretmekten. Hepsinin ortak yanı tarihî filmler olmaları, favori janrım! Özellikle Chi Bi neredeyse 5 saat süren bir film, ama tekrar tekrar izlemekten çok keyif alıyorum, klasik üç hanedan döneminde geçen Çin filmlerine özel bir ilgim var!
Tarihî filmlerle başladık madem, o alandan devam edeyim. Bu sene Trotsky, Versailles, The Crown, The Last Czars gibi diziler özellikle bu yüzden beni çok mutlu etti. (Önereceğiniz benzer dizi, belgesel, yarı-belgesel, film önerileriniz varsa seve seve alırım!) Trotsky, pek tabii Troçki’nin eleştirilecek yanlarını gizlemiyor, bu hoşuma gitti; ama sırf Stalin karşısında Troçki’nin çok daha derin ve Marksizm’e çok daha vakıf olduğunu göstermesi bile onu sevmem için yeterli olurdu -Stalin’in hem sinsi hem mahalle kabadayısı hallerini çok az sahneyle bile gayet iyi vermişler. Versailles, Güneş Kral 14. Louis’nin saray hayatını anlatıyor, karakter gelişimleri filan fena değil ancak keşke dizi biraz daha devam edebilseymiş. The Crown’u sevenler bence bunu da sever. The Last Czars ise son Rus çarı 2. Nikolay ve Rasputin ekseninde dönen yarı belgesel tadında, hoş bir başka mini-seri.
Bu sene en hoşuma giden bir diğer şey de, nihayet ana karakteri kadın olan güzel yapım bolluğuyla karşılaşmaktı. Unorthodox, Self-Made, Queen’s Gambit gibi, hepsi birbirinden iyi yapım vardı. Gördüğüm kadarıyla erkekler de gayet beğenerek izlediler bunları, yani konu iyi, anlatım iyi olunca “kadın hikayesi satmaz/okunmaz/izlenmez” önyargılarının gayet alaşağı olabildiğini görmek tabii ki çok mutlu ediciydi. Yine kadın karakterli filmlerden Portrait de la Jeune Fille en Feu özellikle sakin anlatım dili ve şahane görselliğiyle çok hoşuma gitti; Camille Claudel 1915 ise hem öfkelendiren hem insanın içini acıtan, bir dönemin -özellikle zengin ailelerde görülen- “ailesinin tımarhaneye kapatarak başından savdığı, mirasına çöktüğü kadın” hikâyesi.
Tüm yıl içinde izlediklerimden geriye dönüp bakınca üstümde en çok etki bırakanı hangisi peki? The Platform, hem de izleyeli aylar olmasına rağmen. Bu film beni gerçekten dehşete düşürdü, günlerce aklıma geldikçe ürperdim. Bu bir korku filmi değil elbette, ürpermem de ondan değil, vuruculuğundan. Ayrıca gayet sembolik bir film. Sembolizmi zaten belirgin, hatta ham denebilecek kadar belirgin, anlatımı da sert, köşeli. Yani evet belki çok rafine bir film değil, ama bu hamlık, köşelilik, netlik bazen benim çok hoşuma gider, çünkü kötü anlamda ham değil, “işlenmemiş bir cevher gibi” bir hamlıktır bu. Örneğin bu filmin sonunun bağlanması biraz hızlı oluyor, zaten normal filmlerden biraz daha kısa, kesinlikle daha ince işlenerek tekrar çekilebilirmiş, yani kesinlikle kusurları olan bir film, bunların hepsini söylemem mümkün; fakat dönüp bakınca beni etkisine almış mı, almış. Etkileyici olmak için de kusursuz olmak gerekmiyor. İçimde bir yeri fena acıttı, dokunarak değil bam diye vurarak… (Belki size etkisi böyle olmayacaktır, belki “Ne vardı ki o filmde o kadar diyeceksinizdir, eh, işte o da farklılıklarımız.)
Bu sene her şeye olduğu gibi izlemeye de daha fazla vakit ayırabildiğimiz için daha fazla şeye bakabildim. Mesela “eğlencelik” yapımlara… Türkiye’de bolca izlenen ve konuşulan Karakomik filmler, Aşk 101, Aile Arasında, Eltilerin Savaşı gibi yapımların bazıları -örneğin Aile Arasında- bildiğimiz Yeşilçam filmleri tadında, “aile filmi” modunda. Bu açıdan kendi içinde tutarlı ve başarılı. Yani herhalde Aşk 101’i izleyen biri bir sanat filmi beklentisiyle izlemiyordur! O yüzden onları kendi janrı içinde değerlendirmek ve puanlamasını da o janra göre yapmak gerektiğini düşünüyorum, bu açıdan bakınca bazıları hiç de fena değiller. (Mesela Aşk 101, Emily in Paris’ten daha başarılı bence senaryo olarak, diğeri çok daha bayık!) Eltilerin Savaşı’nın senaryosuna biraz zor katlandığımı itiraf etmeliyim, ama en azından sonunda kız kardeşlik ruhuna bağlanmasıyla “ehhhh neyse” dedim; Cinayet Süsü’nü ise fenalık geldiği için doğru düzgün izleyemedim bile. Bu tarz yapımlarf tabii biraz üzücü maalesef. Bunlarla kıyaslanınca elbette Masum veya Bir Başkadır daha ayrı bir yerde duruyordu. Bir ara yer gök Bir Başkadır eleştirisi dolduğu için zaten hepimizin bu dizi hakkında yeterince yorum okuduğunu düşünüyorum, o yüzden uzatmayacağım, bence dizi olarak başarılı bir iş, kusursuz değil, ama kötü demek büyük haksızlık…
Eğlencelik işlerden Sabrina bence kendi alanında çıtayı epey yükseğe taşıyor, her ne kadar aniden iptal edilmesi ve diğer sezonların çok altında kalan bir 4. sezon ile kapanışı yapmaları beni üzse de, bilhassa ilk iki sezon hatırına bunu söylemem lazım. Bahsettiğim “kadın karakterli” yapımlardan bir diğeri bu, ama hiç kör gözüm parmağına yapmadan nefis bir feminist twist katmışlar senaryoya; erkek şeytana kafa tutan Sabrina, şeytanın unholy kilisesinin bile erkek hiyerarşisiyle yürümesi ve kadınların sonra bunu değiştirip yönetime ellerine almaları, elleri değmişken erkek tanrıyı bırakıp kadın tanrıçalara yönelmeleri, Rosalind’in sevgilisi Harvey’i ölümden kurtarması gibi her yere serpiştirilmiş onlarca hoş, yerli yerinde, gülümseten detay vardı tüm bölümlerde. O açıdan eğlencelik bir şey arayanlara tavsiye ederim, başka bir gözle de senaryo yazılabileceğini çok güzel gösteriyor.
Son olarak, Netflix belgeselleri gerçekten iyi ki var! Explained serisi ve tematik serilerinin yanı sıra Epstein, Bikram ve Osho’nun komününü anlatan Wild Wild Country kesinlikle izlenmesi gereken çok sıradışı, bir o kadar da akıcı belgeseller. Belgesel denince aklımıza hayvan belgesellerinin gelmesine sebep olan klasik akışın çok dışında yapımlar, ayrıca kafamızdaki “çiçek çocuk” imajını biraz sarsan hüzünlü, ama gereksiz romantizmleri törpülemesi açısından yararlı belgeseller. Keza burada anlatmaya kalkarsam çok uzun olacağı için fazla giremiyorum, ama The Rachel Divide bana kimlik, kimlik inşası, kendi kendimizi yaratışımız, self-imaj gibi konularda çok fazla soru sordurdu. (Bu konularla ilgili derslerde tam üniversite öğrencilerine izletip karşılıklı tartıştırmalık belgesel bence, keza ben de imkan olsa arkadaşlarımla oturup karşılıklı tartışmaktan çok keyif alırdım.) Bu belgesellerin hepsini şiddetle öneririm.
İlk kez okuma listemden daha uzun süren bir izleme listesi yapıyor olmanın heyecanıyla, buyurun 2020’de izlediklerime… 10 üstünden verdiğim puanların yanı sıra, koyu ile işaretlediklerimi de izlemenizi tavsiye ederim.
Bakalım bu sene neleri, ne kadar izleyeceğiz?
The Duchess (2008) | Saul Dibb | 7 |
Arkangel (2017) | Jodie Foster | 9 |
Hated in The Nation (2016) | James Hawes | 9 |
Harem Suare (1999) | Ferzan Özpetek | 8 |
The Stranger (1946) | Orson Welles | 7 |
Trotsky (2017) | Aleksandr Kott & Konstantin Statskiy | 8 |
The Talented Mr. Ripley (1999) | Anthony Mingella | 8 |
The Irishman (2019) | Martin Scorsese | 7 |
Julie and Julia (2009) | Nora Ephron | 7 |
Self-Made (2020) | DeMane Davis, Kasi Lemmons | 7 |
Unorthodox (2020) | Maria Schrader | 9 |
The Two Popes (2019) | Fernando Meirelles | 7 |
The Message (1976) | Moustapha Akkad | 5 |
The Tale of The Princess Kaguya (2013) | Isao Takahata | 8 |
Black Museum (2017) | Colm McCarthy | 9 |
Masum (2017) | Seren Yüce | 8 |
Portrait de la Jeune Fille en Feu (2019) | Céline Sciamma | 8 |
Smithereens (2019) | James Hawes | 7 |
Bandersnatch (2018) | David Slade | 8 |
Bikram (2019) | Eva Orner | 8 |
Wild Wild Country (2018) | Chapman Way, Maclain Way | 9 |
Rise of Empires: Ottoman (2020) | Emre Şahin | 7 |
2 Arada (2019) | Cem Yılmaz | 6 |
The Platform (2019) | Galder Gaztelu-Urrutia | 9 |
About Time (2013) | Richard Curtis | 7 |
Yeraltı (2012) | Zeki Demirkubuz | 6 |
The Devil Is A Woman (1935) | Josef von Sternberg | 7 |
Aşk 101 (2020) | Ahmet Katıksız, Deniz Yorulmazer, Umut Aral, Gönenç Uyanık | 6 |
Je Ne Suis Pas Un Homme Facile (2018) | Eleonore Puirriat | 6 |
Cinayet Süsü (2019) | Ali Atay | 5 |
Blind (2014) | Eskil Vogt | 7 |
La Vida Util (2010) | Federico Veiroj | 7 |
İşe Yarar Bir Şey (2017) | Pelin Esmer | 8 |
Kıskanmak (2009) | Zeki Demirkubuz | 7 |
Oslo, August 31st (2011) | Joachim Trier | 7 |
Hollywood (2020) | Janet Mock, Michael Uppendahl, Daniel Minahan, Ryan Murphy, Jessica Yu | 7 |
The Rachel Divide (2018) | Laura Brownson | 8 |
Noruwei no Mori (2010) | Tran Anh Hung | 7 |
Camille Claudel, 1915 (2013) | Bruno Dumont | 8 |
Chi Bi (2008) | John Woo | 8 |
Aile Arasında (2017) | Ozan Açıktan | 6 |
BoJack Horseman (2014-2020) | Amy Winfrey vd. | 8 |
Nasipse Adayız (2020) | Ercan Kesal | 7 |
Django Unchained (2012) | Quentin Trantino | 7 |
Eltilerin Savaşı (2020) | Onur Bilgetay | 5 |
The Doors (1991) | Oliver Stone | 10 |
Tiger King (2020) | Rebecca Chaiklin, Eric Goode | 7 |
Fantastic Beasts and Where To Find Them? (2016) | David Yates | 7 |
Fantastic Beasts: The Crimes of Grindewald (2018) | David Yates | 7 |
Dark (2017-2020) | Baran bo Odar | 8 |
The Imitation Game (2014) | Morten Tyldum | 9 |
Emily In Paris (2020) | Andrew Fleming vd. | 6 |
The Chilling Adventures of Sabrina (2018-2020) | Rob Seidenglanz vd. | 8 |
Queen’s Gambit (2020) | Scott Frank | 10 |
War and Peace (2016) | Tom Harper | 8 |
Bir Başkadır (2020) | Berkun Oya | 8 |
The Crown (2016-2020) | Benjamin Caron vd. | 9 |
The Story of Diana (2017) | Rebecca Gitlitz | 8 |
Princess Diana: The Secret Tapes (2004) | Jason Raff | 8 |
Tha Last Czars (2019) | Adrian McDowall, Gareth Tunley | 8 |
Sex, Explained (2020) | 8 | |
Coronavirus, Explained (2020) | 8 | |
Albüm (2016) | Mehmet Can Mertoğlu | 7 |
Les Misérables (2012) | Tom Hooper | 7 |
King’s Speech (2010) | Tom Hooper | 9 |
Versailles (2015-2018) | Christian Langlois vd. | 8 |
Jeffrey Epstein: Filthy Rich (2020) | Lisa Bryant | 8 |
One thought