Ben çocukken, ekseri pazar kahvaltıları için olmak üzere, evde semaverle çay hazırlanırdı. Fotoğraftaki bu semaveri rahmetli dedem Rusya’dan getirmişti, yanlış hatırlamıyorsam birbirine eş iki taneydiler. Şimdi bende, baş köşede duruyor. Gözüme ne kadar güzel gözüktüğünü anlatamam, muhtemelen çocukluk anılarımın da payı var bunda. Eh, semaver demek Rusya demek, zira Rusların çay aşkı da, semaver aşkı da malum… Zaten “semaver” kelimesi de Rusça samo (kendi kendine) ve varit (kaynamak) kelimelerinin birleşiminden doğmuş bir isim. Biz çayı sever geçiniriz ama çaya aşık bir millet varsa, o da herhalde 19. yüzyıl Rusları olmalı. O dönemin romanları baştan başa çay tiryakisi kahramanlarla dolu; öyle ki fırtınada, tipide at sırtında semaver taşıyan, bir barınağa sığındı mı ilk iş çay demleyen tipleri okudukça “Vay be!” dersiniz.

Benim bugün için kendime seçtiğim çay da, bir Rus olan Bay Kusmiçof tarafından kurulmuş, dünyanın en ünlü çay markalarından Kusmi Tea’nin chocolat-epices’i… Şimdi Kusmi Tea denince akla aslında bir Fransız markası olarak geliyor, ki doğrudur, öyledir. Ama Kusmiçof, yahut Fransızca yazılışıyla Kousmichoff Beyler Kusmi Çayevi’ni Paris’te tam 1917 yılında kurarlar. Eh, tarihe bakınca neden Rusya’da değil Fransa’da kurulduğunu anlamışsınızdır! Tabii aslında bunun evveliyatı da var: Kusmi, esasen ilk kez 1867’de St. Petersburg’da kuruluyor, sonrasında çarların bile gözdesi bir marka haline geliyor. Devrimden sonra ise Kusmiçof ailesi de diğer Beyaz Ruslarla birlikte ülkeden kaçıyorlar ve Paris’e yerleşip bugünkü Kusmi Tea’yi kuruyorlar.
O zamanlar nasıldı tabii bilemeyiz, ama Kusmi’nin çaylarında bence bugün Fransız ekolü oldukça belirgin. Aromatize/parfüme çaylar konusunda Fransızlar İngilizler’den hem daha meraklı hem de bence daha iyiler. En sevdiğim aromatize çayları hep Fransız markalarından aldığımı söyleyebilirim. Kusmi de bir manada Fransa’nın Mason & Fortnum’udur, ama bence aromatize çay konusunda biraz daha yaratıcı ve daha iyiler… Bu akşam içtiğim chocolat-epices, adının Fransızcasından da anlaşılacağı üzere baharatlı ve çikolata aromalı bir siyah çay. Baharat olarak içinde tarçın, zencefil, kakule, karanfil ve karabiber var, ama yine de kokuda esas baskın olan çikolata aroması. Siyah çaya o kadar güzel yedirilmiş ki, bu aroma bence ancak bu kadar yakışabilirmiş… Aromalı çay sevmeyenler de var ama ben doğrusu bu tip çayları bir uygulama zenginliği olarak görüyorum. “Tadı güzelse, dengeliyse neden olmasın?” diyen taraftayım.

Fincana gelince, bu fincan bana tam 14 sene önce hediye edilen ve bende eski fincan merakını başlatan fincan… Hediye eden de, her zaman çok sevgiyle andığım, hayatımda gördüğüm en güzel yemek yapan hanım… Var olsun, onu da anmış olayım.
Semaver deyince akla ilk gelen Sait Faik’in “Semaver” öyküsüdür pek tabii. Çok da içli, güzel bir öyküdür, ama madem o kadar semaverdi, Rus edebiyatında çaydı dedik, bu akşamın alıntısı da Tolstoy’dan, tren yolculuğu boyunca çay içilen Kroyçer Sonat’tan gelsin:
“İçtiğim iki bardak çayın bende tuhaf bir heyecan uyandırdığını hissediyordum. Belli ki çay onu da etkilemişti, çünkü giderek canlanıyor ve heyecanlanıyordu. Sesi giderek daha melodik, daha etkileyici olmaya başlamıştı.”
“Çay edebiyatı” yapılacaksa da böyle yapılsın. Etkileyici çaylar aşkına!