2018’de kitaplar açısından da yazılar bakımından datalihim çok açıktı, çok güzel kitaplar hediye eden, önerenlerim oldu. Zaten yılın Türklük Sözleşmesi gibi insanın ufkunu genişleten bir kitapla başlaması bile gerisinin ne kadar iyi geleceğine dair bir işaret sayılabilir. Evet, bu yıl önermek için tek bir kitap seçecek olsam o kitap Barış Ünlü’nün bu kitabı olurdu. Beyazlık çalışmalarının (whiteness studies) sadece “ırk” temelli sorunlarla ilgili eleştirel bir bakış sunmakla kalmadığı, bunun milliyetçi sahaya da ne kadar güzel adapte edilebileceğini gösteren çok iyi bir çalışmaydı. Kitaptan çok etkilendiğim için Cumhuriyet’e kitapla ilgili bir değerlendirme yazısı yazmıştım, kitabı merak eden varsa bu yazı da fikir verebilir.
Edebiyat için ise kesinlikle Yalancı İpek Kız ilk sırada. Naziler döneminde kitapları yakılmış, unutturulmuş bir yazar olan Irmgard Keun’un yeniden keşfedilişi Almanya’da bile çok geç olmuş, haliyle diğer ülkelere yayılması da gecikmiş. Ne büyük kayıp… O yüzden eğer ben birkaç kişinin bile keşfetmesine vesile olursam mutlu olacağım!
Keyif için okuduğum tüm bu kitaplar arasından en beğendiklerimi bold ile gösterdim. Sadece bir veya birkaç bölümünü okuduğum kitapları listeye almıyorum, her zamanki gibi sadece baştan sona okuyup bir bütünlük içinde değerlendirebildiğim kitaplar var listede. Direkt listeye bakmak isteyenler için okuduklarım aşağıda. Ancak okuduğum kitaplar ve okuma eylemim üstüne biraz daha detaylı yazmak istiyorum, okumak isteyen olursa buyursun…
Bu yıl okuma zevkimde birkaç belirgin değişim gözlemledim. İlki, daha önce hiç ilgimi çekmeyen 1910 sonları ile 1930’lar arasında kalan döneme dair kitapların da artık ilgimi çekmeye başlaması… İster edebiyat olsun ister inceleme, bu döneme dair kitaplar fena halde zevk vermeye başladı bana. Bu anlamda Zaniyeler ile Türk Romanında Moda ve Toplumsal Değişim‘i okumam çok güzel denk düştü. Zaten iyi kitaplar, ama ben bu artan merakım ile daha da keyif alabildim onlardan. Eskiden edebiyat eleştirisi okurken aldığım zevkten çok daha fazlasını alıyor olmam da bu yılın getirdiği bir şey belki, ama Edebiyat Nasıl Okunur resmen “eğlenceli” bir kitap! Sevmeyen taraftaysanız bile size de “Tövbe yarabbi, edebiyat eleştirisi eğlenceli de olabiliyormuş demek!” dedirtmesi çok muhtemel. Son olarak, grafik romanlara iyice ısındığımı fark ettim. Bu yıl en çok grafik roman okuduğum yıl oldu bu yüzden. Gozo ve Sagre, çok “uluslararası” tipte bir örneği bunun, çizgileri çok başarılı, hikâyesi fazlasıyla evrensel.
Bir yıl önceki kitap dökümümde, yeniden okuduğumuz yazarları bazen daha eleştirel gözle görmeye başladığımı fark ettiğimden bahsetmiştim. Kemal Tahir, benim için bu grupta. Romancılığına, dil yaratma kabiliyetine hayranlık duysam da, onun marazî yönlerini zaten bilsem de, bu kez direkt olarak eleştirel bir mercekle okuduğumda çok daha fazla detay fark ettim. Tıpkı Yusuf Atılgan’da olduğu gibi… Zaten aslında ikisi birbirine oldukça bağlı gelişti. “Aylak Adam’ın Görmezden Gelinen Erkekliği” yazısı K24’te yayımlandıktan sonra, sevgili Sema Kaygusuz tam da bu tarz bir edebiyat eleştirisi kitabı yayımlamayı düşündüklerini söyleyerek bana ulaştı. (O mail’i aldığımda ne kadar sevindiğimi tahmin edebilirsiniz sanırım!) Gaflet: Modern Türkçe Edebiyatın Cinsiyetçi Sinir Uçları için zaten aklıma takılmış ve yazmayı istediğim Kemal Tahir’i seçtim ben de, çok güzel denk düştü. Ve onun romanları içinden Kurt Kanunu ile Devlet Ana‘sını seçerek didik didik yeniden okudum. Bu okumadan da işte sonraki sene elimde tutacağım Gaflet‘teki bölümüm doğdu. Sanırım bu yılın en tüketici okuma eylemi de, tam da bu yüzden Kemal Tahir’lerdi…
Gelelim diğerlerine… Bir ülkeye seyahat ederken o ülkeyle bağlantısı olan kitaplar okumayı çok seviyorum ve birkaç yıldır bir seyahate çıkacağım zaman ona göre kitaplar ayarlıyorum kendime. Bu sene haziranda Londra’ya giderken, en sevdiğim yazarlardan olan Jane Austen’ın bir kitabını daha okuma hakkı verdim kendime. Hak, evet. Çünkü okumadığım yalnızca iki kitabı kaldı ve ben onun bir romanını ilk kez okuma coşkusundan kendimi mahrum etmemek için, tabağımdaki en güzel lokmayı sona saklar gibi saklıyorum o kitapları. Bu yıl kendime bu seyahat sebebiyle Akıl ve Tutku‘yu okuma hakkı tanımama vesile olan bu seyahat oldu işte. Bali’ye olan seyahatim esnasında da, adanın tapınakları sayesinde o bölgenin Hindu merkezi olması sebebiyle, okunmayı bekleyen Hint Destanları kitabını yanıma aldım, en son 7-8 yıl önce okuduğum Siddharta‘yı 4. kez okudum, sonra da Budist rahip Thich Nhat Hanh’ın How To Love‘ını okuyup uzun uzun düşündüm. Seyahat ettiğim pek çok yer içinde, şimdiye dek gördüğüm hayatı dinî ritüellerle en iç içe geçmiş insanlar burada yaşıyordu, her günleri çeşitli ibadetlerle doluydu ve hayata bakışlarını da dinî inançları ciddi anlamda şekillendiriyordu. Bu açıdan Hinduizm ve Budizmin kesişen noktaları üstüne okuyup düşünmek için doğru yerdi belki de… O kitapların üstüne, yıllardır karıştırıp bıraktığım, bir türlü baştan sona okumadığım Mutsuz Olmak‘ı okumak ise şahane bir etki yaptı. Böylesine inançlı ve bununla birlikte/buna rağmen “mutlu” insanların varlığı, benim bildiğim doğrulara epeyce ters, yalan yok. İşte bu yüzden, tam da Bali’de “Mutlu olma tahakkümü altında yaşamak mı, yoksa mutsuz olmayı hayatın doğal bir parçası olarak kabullenmek mi?” diye düşünerek okumak değişik bir deneyimdi.
Gerçi her nerede olursanız olun, Schmid’in kitaplarını okumanın çok zihin açıcı bir yanı var. Bu kitabını yeni okumuş olsam da, diğer kitaplarını önceden okumuş olduğum için bunu söyleyebilirim. Schmid aslında felsefeci ve onun “felsefe tarihi ile psikolojiyi birbirine bağlayan denemeler” olarak niteleyebileceğim çok kendine has bir tarzı var. İnsanın okuduğuna asla pişman olmayacağı bir yazar. Mesela Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine de, (isminden sanki bir “ideal hediye seçmenk için 10 ipucu” tarzı bir kitapmış hissi verse de) hem bir şey “vermenin” iktidarla, bencillikle olan bağı hakkındaydı, hem de somut hediyelerden ziyade soyut, düşünsel, duygusal hediyeler üzerndeydi. Bu kitabı da ilk kez gittiğim Adana’dan dönerken okumam bence harika bir tesadüf oldu, çünkü kitapta yabancılara gösterilen yardımseverliğin aslında ne kadar önemli bir hediye olduğuna dair bir bölüm vardı ve ben Adana’da en çok insanların hiç tanımadığı insanlara bile gerçekten yardımcı olmaya çalışmalarından, güleryüzlülüklerinden, samimiyetlerinden etkilenmiştim. Bazen böyle güzel tesadüfler de oluyor işte hayatta.
Gelelim kısa kısa notlar düşmek istediğim birkaç kitaba… Tuhaflıklar Fabrikası, ben akademiyi bu kadar güzel eleştiren bir metin okumadım. Mesaj kaygısı yok, eğlenceli ve bunlarla birlikte noksansız bir eleştiri. Aynı zamanda iyi bir modern roman örneği. (Bu arada Türkiye’deki akademiyi eleştiren başka bir roman var mıdır, düşündüysem de bulamadım. Aklına gelen olursa söylesin.) İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak, çok iyi bir feminist araştırma ve özellikle metodolojik titizliği ile beni hayran bıraktı. İyi Aile Yoktur kitabında Nihan Kaya, tıpkı örnek aldığı ve bol bol yararlandığı (belki biraz fazla yararlandığı!) Alice Miller gibi son derece keskin bir kitap koymuş ortaya. Geçen yıl tanıştığım Alice Miller da sağolsun beni mahvetmişti, bu kitap da aynı etkiyi yaptı. Miller’ın ve takipçisi Kaya’nın her ileri sürdüğü fikre katılmasam da, kişi psikolojik olarak müsait durumdaysa çok etkili bir sorgulama yapmasını sağlıyor bu kitap. Katıldıklarınız kadar katılmadıklarınız da yol gösterici olabilir sonuçta. Çocukluğumuzla, ebeveynlerimizle yüzleşmemiz ne de olsa zor, taşlı, ama geçilmesi gereken bir yol. 68’li ve Gazeteci söyleşi formatında, çok iyi bir “eleştirel Türkiye tarihi” kitabı aslında. Tuğrul Eryılmaz’ın anlattığı gibi size 68 kuşağı anlatacak bir büyüğünüzün olması ihtimali düşük, o yüzden bu dönemi bildiğinizi düşünüyorsanız bile okuyun derim. Fotoğraf altı açıklamalarına hususi dikiz! Tante Rosa, Sevgi Soysal zaten, ne diyeyim. Önemini benim anlatmam beyhude olur. Okurmaya başlarken beni önce fazla etkilemezmiş gibiydi, kitabı kapattığımda ise içimde belirgin bir yer etti. Kemal Tahir romanlarını yazığım bir yazı için tekrar okudum ve tekrar bu kadar iyi bir romancının kafayı kadınlarla bu kadar bozmuş olmasına içten içe üzüldüm. Sapho, Yeşilçam filmlerini hatırlatan dokusuyla ve sahiden iç acıtan hikayesiyle bana gerçek bir üzüntü hissettiren bir diğer kitaptı.
Başka? İki tane de “meh” dediklerimden yazayım. Fahrenheit 451‘i tekrar okuduğumda, diğer distopyaların yanında çok hafif kaldığını ve neden bu kadar tutulduğunu yine anlayamadığımı düşündüm. Ancak yılın en büyük hayal kırıklığı Düşme Korkusu‘ydı. Ben ki en sevdiğim romanlar arasında gözüm kapalı Üç Beş Kişi‘yi sayarım, Adalet Ağaoğlu’nu çok ama çok severim… Bu kadar mesaj kaygılı, bu kadar vasat bir kitabı yazdığına inanmak istemiyorum, o yüzden sanırım bu kitabı unutmayı seçeceğim.
Ama sonuç olarak okuma açısından çok şanslı, çok keyifli bir yıldı benim için, o kadar kusuru da olsun!

Türklük Sözleşmesi | Barış Ünlü | Dipnot |
Gözyaşı Konağı | Şebnem İşigüzel | İletişim |
Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın | Juniçiro Tanizaki | Jaguar |
Mutfağın Hatıra Defteri | Nurşen Şenol Güllüoğlu | Ayizi |
Ölümlü Ölümsüz | Mary Shelley | DeliDolu |
Gozo ve Sagre | Uğur Erbaş | İletişim |
Oryantalizm | Nicolas Presl | İletişim |
Dünyadan Aşağı | Gaye Boralıoğlu | İletişim |
Film Çekmek: Yönetmenler İlk Filmini Anlatıyor | Soner Sert | h2o |
Yalancı İpek Kız | Irmgard Keun | İletişim |
Alacaceren | Nezihe Meriç | YKY |
Türk Romanına Moda ve Toplumsal Değişim (1923-1940) | Çilem Tercüman | İletişim |
Tante Rosa | Sevgi Soysal | İletişim |
Akıl ve Tutku | Jane Austen | İş Bankası |
Duvar | Soner Sert | İthaki |
Antabus | Seray Şahiner | Can |
İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak | Ceren Lordoğlu | İletişim |
Sapho | Alphonse Daudet | İletişim |
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat | Stefan Zweig | İş Bankası |
Kurt Kanunu | Kemal Tahir | İthaki |
Devlet Ana | Kemal Tahir | İthaki |
Siddharta | Hermann Hesse | Can |
Mutsuz Olmak | Wilhelm Schmid | İletişim |
How To Love | Thich Nhat Hanh | Rider |
Hint Destanları | Moritz Winternitz | İmge |
Modern Türk Romanı | Azade Seyhan | İletişim |
Sarah Bernhard – Red Kit #49 | Morris | YKY |
Fahrenheit 451 | Ray Bradbury | İthaki |
Hediye Vermek ve Hediye Almak Üzerine | Wilhelm Schmid | İletişim |
Sinek Kadar Kocam Olsun, Başımda Bulunsun | Hatice Meryem | İletişim |
Düşme Korkusu | Adalet Ağaoğlu | Everest |
Kurt, Ördek ve Fare | Mac Barnett | Mavi Bulut |
Zaniyeler | Salâhaddin Enis | İletişim |
Tuhaflıklar Fabrikası | Eyüp Aygün Tayşir | İletişim |
İyi Aile Yoktur | Nihan Kaya | İthaki |
Alman Sevgili | Arne Bellstorf | İletişim |
68’li ve Gazeteci | Tuğrul Eryılmaz, Asu Maro | İletişim |
Edebiyat Nasıl Okunur | Terry Eagleton | İletişim |
2018’de izlediklerimin listesini ancak 2019’un mart ayında yapabildiğim için liste olması gerekenden daha geniş. Kitaplardan sonra filmleri de yazmaya yeni başladığım için tam oturmadı tabii alışkanlık. Lafı kısa keseyim ve içimdeki her şeyi kayıt altına almak isteyen canavarı serbest bırakayım şimdi…
Kitaplarda olduğu gibi, her sene izlediğim filmlerin bazılarını da yeniden izliyorum. Yeni veya değil, izlediğimde beğendiysem yine bold’la listeye işliyorum. Yanındakiler de on üstünden verdiğim notlar… Şaşmayan bir şekilde, en beğendiklerimin ciddi kısmı yine önceden izlediğim fimlerden, tıpkı Elizabeth’ler gibi -tutucu muyum neyim? Keza Zatoichi‘yi kaç kez izlediğimi bilmiyorum, ama J’ai Tué Ma Mère‘i 3. izleyişim ve yine “Millet o yaşında neler yapıyor!” demekten kendimi alamadım.
Tüm listeden tek bir film seçmem gerekse, 2018’in en iyi filmi, benim için şeksiz şüphesiz Capharnaüm. Filmi izledikten sona “İşte sinema bu olmalı!” dedim. Benim için gerçekten kusursuzdu, o yüzden 10 verdiğim tek film de o oldu. Yılın benim açımdan en “ilginç” filmi ise Rumen sinemasından Undeva La Palilula oldu. Romanya’da yozlaşmanın ve sonrasında çöküşün ayak izlerini tam bir gerçeküstücü üslupla anlatan film karnaval gibi. Biraz sarkmış hissi veriyor ama atmosferi o kadar ilginç ki, sırf onun için bile izlenir, izlenmeli… Climax de malum, çok konuşuldu ama doğrusu izlerken değişik bir izleme deneyimi sunsa da, sonrasında aklımda yer ettiğini çok söyleyemem. Tabii bu, izleme deneyimini daha değersiz hale getirmiyor, sadece farklı bir gözle bakmak lazım sanırım.
Yılın “popüler” sanat filmi Roma, ne yazık ki bana hissini geçiremedi, belki de benim beklentim çok yüksekti. The Death of Stalin bence iyi bir kara komedi örneğiydi. Keza Kelebekler‘i çok başarılı buldum. Yılmaz Güney belgeseli eleştirelliğiyle beni oldukça iyi yakalarken, Müslüm‘de o eleştirelliği maalesef hiç mi hiç göremediğim için ısınamadım filme. Müslüm Gürses’in müziğiyle özel bir bağı olanlar için ayrı bir anlamı olabileceğini kabul ediyorum, fakat ben Timuçin Esen’in performansı dışında beni çeken bir şey bulamadım. Halef‘in ise iyi kotarılmış bir Türk filmi olduğu kanaatindeyim.
Yılın benim için diğer öne çıkan filmlerinden At Eternity’s Gate, Van Gogh’un hayatına bir bakış atma fırsatı sunarken, Dalida ve My Week with Marilyn de gösteri dünyasının yıldızlarının hayatına başka açıdan baktırıyor. Bohemian Rhapsody de -her ne kadar filmde maddi hatalar bulunsa da- izlerken inanılmaz coşturan yanıyla nostalji bombardımanını birleştirebilme özelliğine fazlasıyla sahipti.
Bu filmlerin ortak yanı? Elizabeth’ten Dalida’ya, eh, çoğu bilinen birinin, bir ünlünün hayatını başka bir açıdan görmeye vesile oluyor. Sanırım portrelere odaklanan filmleri seviyormuşum. (ve bunu, bu listeyi yazarken fark ettim şimdi birden. Sonra neden liste tutmayı seviyorum!)
Kitaplarla kurduğum kadar yakın bir ilişki kuramasam da, sinema da iyi ki var!
Im Juli | Fatih Akın | 6 |
Nema-ya Nazdik | Abbas Kiyarüstemi | 8 |
Dalida | Lisa Azuelos | 7 |
J’ai Tué Ma Mère | Xavier Dolan | 8 |
The Death of Stalin | Armando Ianucci | 7 |
Fargo | Joel Coen, Ethan Coen | 6 |
My Week With Marilyn | Simon Curtis | 6 |
Zatoichi | Takeshi Kitano | 9 |
Araf | Yeşim Ustaoğlu | 6 |
Undeva la Palilula | Silviu Purcărete | 8 |
Midnight in Paris | Woody Allen | 6 |
Halef | Murat Düzgünoğlu | 7 |
Fındıktan Sonra | Ercan Kesal | 7 |
Aus dem Nichts | Fatih Akın | 7 |
Kelebekler | Tolga Karaçelik | 8 |
Elizabeth | Shekhar Kapur | 7 |
Elizabeth: The Golden Age | Shekhar Kapur | 7 |
Climax | Gaspar Noé | 9 |
Müslüm | Ketche & Can Ulkay | 7 |
Çirkin Kral Efsanesi : Yılmaz Güney | Hüseyin Tabak | 8 |
Mary Queen of Scotts | Josie Rourke | 5 |
The Favourite | Yorgos Lanthimos | 6 |
Capharnaüm | Nadine Labaki | 10 |
Bohemian Rhapsody | Bryan Singer | 7 |
At Eternity’s Gate | Julien Schnabel | 8 |
Roma | Alfonso Cuarón | 8 |
Sense and Sensibility | Ang Lee | 7 |