
Güney yarımküredekileri pek iyi bilmem, ama kuzey yarımkürede kışın kutlanan pek çok “ışık” festivali/bayramı olduğunu biliyorum. Ağaçları süslemekten fenerler yakmaya, yan yana ışıldayan mumlardan kıpkırmızı parlak narlara/elmalara (artık coğrafyanızda hangisi yetişiyorsa!) birçok kültürün kışı daha çekilir hale getirmek, umudu çoğaltmak için kışa denk gelen bir bayramı vardır. Bunun da sebebi malum elbette: Winter is coming! Kendimi tekrar etme pahasına hep söylediğim gibi, eskiden “kışı çıkarmak” büyük bir şeymiş, yazılanlardan, anlatılanlardan bunu hep anlıyoruz. Barınması, ısınması, doyması hep bir dert; hastalık kol geziyor; doğru düzgün tıbbi bilgi yok… Böyle bir ortamda kışı geçirebilmek için motivasyona ihtiyaç duymamız normal. (Bunun bir diğer sonucu da, yine bütün bu kültürlerde bahar bayramlarının olması ve bu da tesadüf değil elbette!)

Işığın, daha en başından beri hem umutla hem iyilikle hem de lüksle eşleşmesi tesadüf değil. (“Lux” kelimesinin kendisi aynı anda “ışık” demek zaten!) Belki Ramazan her zaman kışa gelmiyor ama Ramazan’da eskiden çok zahmetli bir iş olan mahya çekmek yöntemiyle camilere “ışıklı yazılar” yazılması, bu “lüks” tarafı yüzünden. Bayramları hemen her kültür normalden daha zahmetli, daha lüks şeylerle kutlamaya çalışıyor. Bayramı bayram yapan da biraz bu zaten: Tıpkı bayram sofralarında, normalden daha zahmetli, daha özel yemeklerin olması gibi. Eee, ne de olsa bir yerde “kutlama” varsa, orada “yemek” de mutlaka vardır.


Noel’de fener alayları düzenlemek, etrafı ışıklarla donatmak, bir hafta süren Hanuka’da toplam 44 mum yakılması, “ışık festivali” anlamına gelen Diwali’de beş gün boyunca göğe fenerler salınması, yine Çin’de binlerce fener ve mumla kutlanan Yuanxiao Jie (“yuanşao cie”) gibi bayramları topladığınızda, hele buna Şeb-i Yelda yani “en uzun gece”nin karanlığının mumlar yakılarak kovulmaya çalışılması gibi onlarca adeti eklediğinizde, dünyada milyarlarca insanın ışığa adanmış özel günleri olduğunu görürsünüz. Bunların çoğunun temelinde ise elbette karanlıktan korktuğumuz çağlarda geliştirdiğimiz pagan dönemlerin etkisi var. Dionysos veya Saturnalia’ların sonrasında Noel ve Fete de Lumiere’e dönüştüğü aşikâr. (Bilmeyenler için; 25 Aralık genelde Katolikler ve bazı Doğu kilisesi mensupları için “İsa’nın doğuşu” iken, 6 ve 7 Ocak, Gregoryen ya da Ortadokslar için “İsa’nın doğum günü”dür. Peki Noel’i 25 Aralık’ta kutlayanlar 6 veya 7 Ocak’ta neyi kutluyor derseniz, işte o gün bazı Hristiyanlar için Noel değil, yine dinî öneme sahip “ışık bayramı”dır ve kendi özel ritüelleri vardır.) Ama sonuç değişmiyor: İnsanlık olarak karanlık kışı “çekilir” kılmaya çalışıyor, bunun için kutlama, yiyip içme, ortalığı ışıkla ve hemen her kültürde bolluk bereketi sembolize eden kırmızı renkli objelerle, meyvelerle (nar, elma, kırmızı kurdele vs.) süsleyerek şenlendirme çabasını paylaşıyoruz.



Daha böyle onlarca gün, bayram, festival var sayılabilecek, ama sanırım ana fikri anlatabildim… Farklılıkların zenginlik olduğunu düşünen, ortaklıkların ise bizi birleştiren noktalar olarak ayrıca vurgulanması gerektiğine inanan biri olduğum için belki, ateist ve zerre spiritüel eğilimi olmayan biri olmama rağmen hem bu kış bayramları hem de bahar bayramlarını önemsiyorum. Çünkü bunlar bize insanlığın ortak inançları, ortak korkuları ve ortak ihtiyaçları hakkında çok şey söylüyor; insanlığın ortak hafızası ve ortak kültürel mirasını oluşturuyor.

Bu gözle bakılınca, insanlığın ilk çağlarından beri “kutlama” deyince yemeğin ortamda belirmesi de çok normal, çünkü kutlama demek yemek demek, çünkü yemeği kutlama günlerine ayırdığımız bin yıllar geçirdik, çünkü yemeğin kendisi bir kutlama sebebi hatta. Belki inançsızım, ama güzel sofraların birleştirici gücüne de inanırım doğrusu! Biraz da bu yüzden, hem Noel’in hem de Hanuka’nın başlangıcının aynı güne denk geldiği bu senede, Noel sofraları ile Sefarad mutfağını konuştuğumuz iki paneli hatırlatmak istedim.
Bu kayıt, Atatürk Kitaplığı’nda sevgili Takuhi Tovmasyan, Silva Özyerli ve Anastasia Aslanoğlu ile Noel sofralarını konuştuğumuz panelin podcast’i: https://open.spotify.com/episode/72wZ7UJwjeUv6gKFHTkhuZ?si=55a5c1b892344c62&fbclid=IwY2xjawHY8RJleHRuA2FlbQIxMAABHXXWjjqTBUgBcmdabouy7bE7-qi-uYD8BRnnExQK5lsb1yU-uaXzr2M8kA_aem_kYLpQeuCIeMz2lE2qUIdkg&nd=1&dlsi=cc6ae1369add4144
Ve bu da, sevgili Lian Penso ve halası Simone Kohen ile konuştuğumuz Sefarad sofralarının podcast’i: https://open.spotify.com/episode/72wZ7UJwjeUv6gKFHTkhuZ?si=55a5c1b892344c62&fbclid=IwY2xjawHY8SRleHRuA2FlbQIxMAABHXXWjjqTBUgBcmdabouy7bE7-qi-uYD8BRnnExQK5lsb1yU-uaXzr2M8kA_aem_kYLpQeuCIeMz2lE2qUIdkg&nd=1&dlsi=262b5bb694bb4256
Kim bilir, belki bu sohbetler başka sofralara, başka dostluklara, başka masalara da ilham olur…
